Milli mesele: Yevgeniy Spitsin ile söyleşi
"Bolşevikler milli olanı uyumlu hale getirdiler, şovenist, milliyetçi fikirlerden arındırdılar ve önemli olanı ana sloganda birleştirdiler."
Çevirmenin notu: Stalin’in Ekim 1920’de Pravda’da yayımlanan “Sovyet Hükümetinin Rusya’daki Milli Meseleye İlişkin Politikası” makalesinin son iki satırıyla başlayalım:
“Sovyet Rusya, bir dizi milliyetin ve ırkın tek bir proleter devlet içinde karşılıklı güven, gönüllü ve kardeşçe anlaşma temelinde işbirliğini örgütleme konusunda dünyada şimdiye kadar benzeri olmayan bir deney gerçekleştirmektedir. Devrimin üç yılı, bu deneyin başarılı olma şansına sahip olduğunu göstermiştir. Fakat bu deney, ancak yerelliklerdeki milli meseleye ilişkin pratik politikamız, çeşitli biçimleri ve dereceleriyle halihazırda ilan edilmiş olan Sovyet özerkliği taleplerine ters düşmezse ve yerelliklerde benimsediğimiz her pratik tedbir, sınır bölgelerindeki kitlelerin, bu kitlelerin yaşam tarzına ve milli özelliklerine uygun biçimlerde daha yüksek, proleter bir manevi ve maddi kültürle tanışmasına yardımcı olursa mutlak bir başarıya ulaşabilir.
Bu, merkezi Rusya ile Rusya’nın sınır bölgeleri arasında, İtilaf Devletleri’nin tüm entrikalarının paramparça olacağı devrimci birliğin sağlamlaştırılmasının garantisidir.”
Milli mesele
Ünlü tarihçi Yevgeniy Spitsin’in Sovyetskaya Rossiya gazetesi genel yayın yönetmeni Valentin Çıkin ile söyleşisi
Valentin Çıkin
11 Şubat 2024
Valentin Çıkin: “Antlaşmalar ve Yeminler” adlı söyleşilerimizin döngüsü, organik olarak, uzun mazideki hadiselerin çağdaş hadiselerin tanıklarının gözünden bir “okumasını” oluşturdu. Bu, okurun hakikate giden yolu bulmasına, güncel siyasetin sıkı düğümlerini çözmesine yardımcı oluyor. Güncel konunun da aynı mantıkla ele alınacağını umuyorum. Bu konu, son derece karmaşık milli meseleyle ilgili.
Stalin’in yemini şöyleydi: Sovyetler Cumhuriyeti’nin ikinci temeli, ülkemizin emekçi milliyetlerinin birliğidir... Yoldaş Lenin bize cumhuriyetler birliğini güçlendirmeyi ve genişletmeyi vasiyet etti. Size yemin ediyoruz, Yoldaş Lenin, bu emrinizi onurla yerine getireceğiz!
Ve ortaya çıktı ki…
Yevgeny Spitsin: Milli mesele en karmaşık meselelerden ve bu sorunu büyük ölçekli çok uluslu bir zeminde çözmeye çalışan ilk şahsiyetlerin Bolşevikler olduğu söylenmeli. Bolşevikler şimdi birliği kurarak “atom bombasını fünyelemekle” suçlanıyorlar. Ancak hatırlayalım: Rusya İmparatorluğu üniter bir devletti ama bu onu parçalanmaktan kurtarmadı, kelimenin tam anlamıyla birkaç gün içinde dağıldı. Dahası, ayrılıkçı hareketlerin ölçeği yalnızca imparatorluğun çeperlerini değil, aynı zamanda orijinal Rusya’yı da kapsıyordu. “Sibirya otonomistleri” hareketini hatırlamak yeterli.
Milli mesele yüzyıllar boyunca kademeli olarak büyüdü, milliyetler aniden, “bir parmak şıklatmasıyla” ortaya çıkmadı. Bu süreç pek çok açıdan belirli oblastların sosyo-ekonomik gelişimiyle alakalı. Rusya ulusunun bin ya da iki bin yıl önce doğduğuna ve o zamandan beri var olup geliştiğine inanılıyor. Bu yanlış bir algı. O zamanlarda Rusya ulusu diye bir şey yoktu. Tıpkı Cermen ulusu ya da Fransız ulusu olmadığı gibi. Tarihi birkaç bin yılı kapsayan Çinlilerden bahsederken bile onları eski bir ulus olarak hayal etmek imkansızdır. Mesela Çinliler de dilleri ve gelenekleri birbirinden çok farklı olan onlarca Çin kabilesini kapsayan genel bir kavramdır.
Burjuva ilişkilerinin oluşumu, milli meselenin gündeme gelmesinde güçlü bir itici güç oldu. Bu süreç geliştikçe, ulus devlet inşası başladı. Büyük Fransız Burjuva Devrimi başlangıç noktası olarak kabul edilir. Bu devrim, öncelikle Avrupa’da ulus devletlerin oluşumunu başlatmıştı. Avrupa’da 19. yüzyıldaki devrimci hadiseler, milli meselenin gelişmesi ve şiddetlenmesiyle el ele gitti. Meşhur 1848 Macar ayaklanmasını ya da 1830-1831 Polonya ayaklanmasını hatırlamak yeterli. Ne de olsa orada pek çok açıdan milli mesele hüküm sürüyordu. XIX-XX. yüzyılların başında, burjuva toplumsal ilişkilerinin en azından Avrupa kıtasında nihayet galip gelmesiyle birlikte, bu sorun keskin bir şekilde, özellikle de tüm Avrupa imparatorluklarını bağlayan şekilde şiddetlendi. Britanya İmparatorluğu bile, sahip olduğu topraklardan aslan payını alan Britanya dışında, özellikle Afrika ve Asya kıtalarının topraklarında olmasına rağmen bunun muhatabı oldu.
Bolşevikler milli özbilincin gelişmesini ve halkların imparatorluklar içinde değil ulus devletler içinde yaşama arzusunu dikkate aldılar. Parti liderliği, milli mesele üzerine detaylı bir program geliştirme görevini üstlendi. Parti içindeki bu zor ve sorumlu çalışma Stalin tarafından üstlenildi.
Vladimir Lenin, zamanında Stalin’in ilk teorik eserlerinden biri olan Marksizm ve Milli Mesele’yi görmüş ve onu fazlaca övmüştü. Ve partinin milli mesele konusunda gerçek bir uzmana sahip olmasından son derece memnundu. Artık bir propaganda belgesi ya da bildiri değil, adım adım uygulanabilecek bir program geliştirmek gerekiyordu.
Şubat-mart olayları meydana geldiğinde ve Rusya İmparatorluğunun kaotik çöküşü gerçekleştiğinde, Bolşevikler milli meseleyi çözmek için pratik adımlar geliştirmeye başlamışlardı bile. Bu çözümün ilk ana hatları daha Mayıs 1917’de, tüm Rusya’nın katıldığı VII. Petrograd Parti Konferansında belirlenmişti. Daha o zaman, Bolşevik programında federasyona ilişkin bir hüküm yer almıştı.
Gerçek şu ki, az ya da çok önemli tüm siyasi partilerin programları milli meseleyi içeriyordu. Ne de olsa Rusya çok uluslu bir devletti ve başlangıçta da bu şekilde inşa edilmişti. Antik Rusya döneminde bile devletimizin temeli en az üç bileşenden oluşuyordu: Doğu Slavları, Fin-Ugor ve Türk unsurları. Ayrıca Baltık toplulukları da buna dahildi. Tarihsel gelişim sürecinde bu etnik gruplar devletin milli yapısına eklendi. Örneğin Korkunç İvan’ın Kazan ve Astrahan seferlerini hatırlayalım. Başkırdistan’ın, Sibirya Hanlığının ya da Nogay Orda’sının ilhakını. Rusya muazzam sayıda kabileyi, etnik grubu ve milleti bünyesinde barındırıyordu. Her önemli siyasi teşkilat, kendini milli siyaset içinde tanımlamak zorunda kalmıştı.
Hem burjuva hem de küçük burjuva siyasi partilerin çoğu bu meseleyi ulus devlet ya da kültürel özerklikler yaratarak çözmeye çalıştı. Bu, örneğin Kadetler1 ve Sosyal Devrimciler tarafından aktif olarak savunuldu. Fakat Bolşevikler üniter bir devlet pozisyonundan konuşuyorlardı. Tek bir üniter devletin, proletaryanın siyasi iktidar mücadelesini örgütlemek için en elverişli biçim olduğunu düşünüyorlardı. Ancak Rusya İmparatorluğunun çökmeye başladığını, her türden ayrılıkçının başını kaldırdığını kendi gözleriyle gördükten sonra, imparatorluğu ünitarizm çerçevesinde bir araya getirmenin imkânsız olduğunu anladılar. Ünitarizm programını bir kenara bırakmak ve federalizm pozisyonuna geçmek gerekiyordu.
Lenin ve Stalin’in diyalektiği buydu. Halkların birliği için yeni, şiddete dayalı değil, gönüllülük esasına dayalı bir program önerdiler. Ülkeye ve halklara, tek bir yumruk haline gelmelerini sağlayacak bir şey önerdiler.
1917’de milli mesele arka plana itilmişti, o günlerde ve aylarda ana hedef olan siyasi iktidara erişim açısından ikincil öneme sahipti. Fakat hedefe ulaşılır ulaşılmaz, ilk hükümette Bolşevikler, başında Stalin’in bulunduğu ayrı bir Milliyetler Halk Komiserliği kurdular.
Bu Halk Komiserliği 1923’e kadar varlığını sürdürdü ama Bolşeviklerin milli meseleye ilişkin yeni programının hükümleri burada geliştirilmişti. Rusya’nın ancak bir halklar federasyonu kurularak mümkün olan en geniş ölçüde yeniden yaratılabileceğine ikna olmuşlardı.
Milliyetçilik cini çoktan kitlelere nüfuz etmişti. Proleterlerden ve emekçi köylülüğün büyük kısmından bahsetmiyorum. Burada sözüm ona entelijansiyadan bahsediyoruz. Ve kelimenin alışılagelmiş anlamıyla aydınlardan değil, yaratıcı işçilerden, halkı aydınlatanlardan değil, halkın çıkarlarını en az önemseyen politikacılardan. İç Savaş sona erdiğinde milliyetçilik cini bu halkın aklına iyice yerleşmişti. Kendi uluslarını kışkırtan ve bağımsız egemen devletler talep edenler onlardı. Cercinski’nin İç Savaş sırasında Çeka işleri için Harkov’da bulunduğu Haziran 1920’de Lenin’e yazdığı notu hatırlıyorum. Hemen hemen alıntı yapıyorum: “Yerel komünistler bir tür pislik ve orta entelijansiyanın tamamı Petlyurovcu...” Yerel komünistlere pislik derken ne demek istemişti? Ve bunlar dünün “Borotbistleri”, yani partilerini feshederek Bolşeviklere katılan sol Sosyal Devrimcilerdi. Ortalama aydınlar derken, Petlyura’nın2 Rusya ve Sovyet karşıtı propagandasıyla iki ya da üç yıl boyunca beyinleri yıkanmış olan öğretmenleri, doktorları, mühendisleri ve profesörleri kastediyordu. Bu önemli bir sorun haline gelmişti.
İç Savaş’ın potasında, 1919 yazında, öncelikle askeri-politik nitelikte olan ilk ittifak imzalandı. Bu arada, iki Baltık cumhuriyeti Letonya ve Litvanya bile o dönemde bu ittifakın üyeleriydi. Yirminci yılın yazında bu antlaşma uzatıldı. Ne yazık ki, Letonya ve Litvanya nesnel gerekçelerle bu antlaşmadan çekildi, geriye sadece üç birlik cumhuriyeti kaldı: Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve o zamanlar küçük olan Belarus Sovyet Cumhuriyeti. Aynı zamanda, bu askeri-politik birlik iktisadi bir birlikle desteklendi.
Sonuç olarak, İç Savaş’ın sonunda ilk birlik devletine sahip olduk ama bu hala epey şekilsizdi. Zira ortak idari organları yoktu, kendi başlarına var oluyorlardı. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin ayrı bir Sovnarkom’u3 vardı, Ukrayna Sovyetinin ayrı… Bu bölgenin, bu birliğin tek bağlayıcı halkası partiydi, Birleşik Ukrayna Çeka’sının organları vardı. Fakat aynı Ukrayna’da parti oldukça karmaşık bir görüntüye sahipti. Özellikle de İç Savaş sona erdiğinde, Komünist Parti’nin bu kesiminin liderliğinin önemli bir kısmının dünün “Borotbistleri” tarafından temsil edildiği hakikati göz önüne alındığında. Daha sonra Ukrayna Merkez Komitesindekiler de dahil olmak üzere liderlik pozisyonlarını ele geçirenler onlar oldu. Bu ortamın lideri, tam anlamıyla bir Troçkist olan Ukrayna Sovnarkom Başkanı Hristiyan Rakovskiy idi.
İç Savaş sona erdiğinde, galip ülkeler, yani İtilaf Devletleri, Sovyet Rusya’nın başını döndüremeyeceklerini, müdahalenin kısıtlanması ve Sovyet Rusya ile bir şekilde müzakere edilmesi gerektiğini anladılar. Böylece Cenova Konferansı fikri doğdu. Cenova’ya gitme kararını verdiğimizde şu soru ortaya çıktı: “Oraya kimler ve kaç heyetle gidilecek?” Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, Ukrayna Sovyeti, Belarus Sovyeti ve Sovyet Transkafkasya’nın üç cumhuriyetinin temsilcilerini içeren tek bir ortak delegasyon oluşturmamız gerektiğine karar verildi, zira o zamana dek Transkafkasya, halihazırda işgalcilerden ve yerli burjuvaziden kurtarılmıştı.
Bu durum, milli meseleye ve birleşik bir federasyon yaratma sorununa yeniden dönülmesini zorunlu kıldı. Ardından “özerkleştirme planı” doğdu. Kurucu babasının Stalin olduğu söylenir. Bu doğrudur. Planın özü, tüm Sovyet cumhuriyetlerinin (Ukrayna, Belarus, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) geniş devlet özerklikleri haklarıyla Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin parçası olmasıdır. Yani, kendi Sovyet iktidar organlarına, hükümetlerine sahip olacaklar, ancak özerk bir statüye sahip olacaklar. Milli kültürel özerklik de bu örgütlenme içinde çözülecektir. Kendi dillerinde eğitim verme hakkı, basılı yayınlar vs., kısacası milli özellikleri dikkate alan geniş bir haklar listesi tanınacaktır.
Fakat bu plan yalnızca Stalin’in zihninde doğmamıştı. Bu fikir belli bir noktaya kadar Lenin tarafından da paylaşılıyordu. Başlangıçta özerkleştirmeye karşı değildi. Ancak Eylül 1922’nin sonunda Lenin’in tutumu dramatik bir şekilde değişti. Gerçek şu ki, Ağustos 1922’de politbüro ve merkez komite organı, milli mesele ve bir sendika federasyonunun kurulması üzerine iki çalışma komisyonu oluşturmaya karar verdi. Ana komisyon, resmi olarak o sırada hala Merkez Komite Sekreteri olan Kuybışev tarafından yönetilen organizasyon dairesiydi. Bu arada, 20’li yılların başında merkez komite sekreterliğinde Stalin ile birlikte çalışmıştı, bunu çok az kişi biliyor. Kaganoviç’i merkez komite aygıtında çalışmaya davet eden oydu. Stalin onu iş başında görmüş, takdir etmiş ve bir yıl sonra merkez komitenin organizasyon dairesinin başına getirmişti. Böylece, Kuybışev çalışma komisyonunda Birlik Antlaşmasını pratik açıdan tartıştı. Başlangıçta bu komisyonun çalışmaları Stalin’in “özerkleştirme planına” dayanıyordu ve o dönemde hiç kimse bu planın gerçekliğini sorgulamadı. Endişelerini dile getiren tek kişi Ukraynalılardı, özellikle de Rakovskiy. Lenin o sırada hastaydı ve bu çalışmaya dahil olmamıştı. Ancak Eylül 1922’de iyileştiğinde bu işe dahil oldu.
Vladimir İlyiç çeşitli yerlerden “milli mesele” ve Birlik Antlaşması’nın imzalanması konusunda her şeyin yolunda gitmediğine dair bilgiler aldı. 25 Eylül’de Stalin ile Gorki’de bir araya geldi. Görüşme çok uzundu, neredeyse 4 saat sürdü (Bu görüşmenin meşhur fotoğrafları vardır, pek çok yayında yer bulmuştur). Bir federasyon kurulması meselesinin Lenin, Gorki’den Moskova’ya dönene kadar ertelenmesi konusunda anlaşmaya varıldı.
Fakat daha 27 Eylül’de Kamenev politbüro toplantısına geldi ve Gorki’de Lenin’le görüştüğünü ve Lenin’in eşitlik temelinde yeni bir federasyon kuracağımızı söylediğini iddia etti. Başka bir deyişle, Stalin’in özerkleştirme planını çöpe atıyorlardı. Bunun doğru olup olmadığını sadece Tanrı bilir, zira böyle bir görüşme belgelere kaydedilmemiştir.
Molotov’un Feliks Çuyev ile yaptığı ve Vyaçeslav Mihayloviç’in şöyle dediği mülakatı hatırlıyorum: “Stalin belli bir noktaya kadar Lenin’in pozisyonundan, yani özerkleştirme planından zerre kadar sapmadı ama belli bir noktada Stalin durdu ve Lenin ilerledi...” Molotov’un ne demek istediği hala çözülemedi. O sırada aynı zamanda merkez komite sekreteri ve politbüronun aday üyesiydi ve pek çok yönden, tesadüfen, gündemi belirliyor ve toplantılar için belgeler hazırlıyordu. Her şeyi kontrolü altında tutan doğuştan bir bürokrattı. Bu çok iyi bir özellik değildir ama bir yönetici için değerli bir özelliktir ve Stalin onun bu özelliğini her zaman takdir etmiştir.
Eylül sonunda Stalin ve Lenin arasında milli meseleyle alakalı olarak ne oldu? Bence bu, o dönemde iki Komünist Partinin, Ukrayna ve Gürcistan’ın, özellikle de Gürcistan’ın liderleri tarafından gösterilen ihtiyatsızlıkla alakalıydı. Transkafkasya Kray Komitesi’nden sorumlu Sergo Orjonikidze, Gürcistan Merkez Komitesi üyeleriyle tartıştığında ve hatta bir görevliye karşı el ele şiddet gösterdiğinde, kötü şöhretli “Gürcü hadisesi” ortaya çıktı.
Bu hadise geniş yankı uyandırdı, zira merkez komite üyeleri Moskova’daki Buharin ve Kamenev’e bir mektup yazarak onları koruma altına almalarını talep ettiler. Orada neler olduğunu soruşturmak üzere Cercinski başkanlığında özel bir komisyon Tiflis’e gönderildi.
Dolayısıyla, Ukrayna Komünist Partisi’nin tutumu ve “Gürcü hadisesi”, daha sonra, resmi anlatıya göre Aralık 1922’nin sonlarında meşhur “Milliyetler ve Özerkleşme Sorunu Üzerine” makalesini yazdıran Lenin’in tutumunun değişmesini büyük ölçüde etkiledi. Orada bu çatışmanın başlangıç noktası “Gürcü hadisesi” olarak adlandırılıyordu. Lenin, Stalin ve Cercinski’den sert bir dille bahsetmiş, onları “gerçek Rus duygularını her zaman abartan yabancılar” olarak nitelendirmiş, “yabancıları ‘gerçek Rus zorbasından’ korumak için tüm tedbirlerin alınıp alınmadığı” konusundaki endişelerini dile getirmiş; ayrıca Stalin’in aceleciliği ve idari tutkusunun yanı sıra, genelde siyasette en kötü rolü oynadığını söylediği bednam “sosyal-milliyetçiliğe” karşı öfkesine dikkat çekmişti.
6 Ekim 1922’de, eşit temelde yeni bir sendika federasyonunun kurulmasına ilişkin tüm ana kararların alındığı merkez komite genel kurulu yapıldı. Dahası, Lenin ilk gün Plenum’a katıldı, ancak ikinci gün hastalığının yeni bir ağırlaşması nedeniyle yoktu. Ekim-Aralık aylarında daha sonra ne olduğunu bilmiyoruz. Lenin’in olup bitenlerden nasıl haberdar olduğu, tüm koşullardan ne kadar haberdar olduğu bizim için hala bir muamma.
Lenin’in Stalin ve Cercinski’ye ateş püskürdüğü, milliyetçileri ve ayrılıkçıları savunduğu iddia edilen “Milliyetler ve Özerkleşme Sorunu Üzerine” başlıklı bu makalenin neden bu sorunun tartışıldığı ekim ayında değil de 30-31 Aralık 1922’de(!) antlaşmanın imzalandığı günlerde yayımladığı sorusu ortaya çıkıyor. Üstelik bu bir makale değil, bir dikte idi. Peki bu Lenin’in diktesi miydi? İmzası orada yok. Kaynak üzerinde bilimsel bir çalışma yapmış olsaydık... Ama böyle bir belge doğada yok. Metin başka birinin eliyle yazılmış. Bu notun ortaya çıkmasıyla kim ilgilendi? Partinin iki kilit ismi hakkında neden bu kadar olumsuz bir değerlendirme yapılmıştı? Cercinski o zamanlar politbüronun aday üyesiydi ve iktisadi işlerde kilit bir isimdi, ülkenin milli ekonomisinin gelişmesinde, restorasyonunda aslan payına sahipti. Stalin de genel sekreterdi.
30 Aralık’ta, tüm birlik cumhuriyetlerinin tam yetkili temsilcileri Bolşoy Tiyatrosu’nda toplandı ve anlaşmayı imzaladı. Ve iki belge imzalandı: SSCB’nin Kuruluş Deklarasyonu, dünyanın iki kampa —sosyalizm ve ilerleme kampı ile kapitalizm ve gerileme kampına— ayrıldığını kaydeden tamamen deklaratif bir belge. Ve 26 maddeden oluşan gelecekteki Birlik Anayasasının bir prototipi olan Birlik Antlaşması. Devlet yönetiminin organlarını ele alıyor, tüm birlik ve birlik- cumhuriyet komiserliklerini listeliyor, birlik merkezi ile birlik cumhuriyetleri arasındaki yetki listesini sıralıyordu. Hepsi bu kadardı. Ve sadece 26. maddede birlik cumhuriyetlerinden her birinin “hakka sahip olduğu” yazıyordu... Ama hakka sahip olmakla bu hakkı kullanmak farklı şeylerdir. Birlikten ayrılma hakkı vardır. Hepsi bu kadar, herhangi bir mekanizma öngörülmemişti.
Bu Birlik Antlaşması sadece altı ay sonra —6 Temmuz 1923’te— SSCB’nin ilk tam teşekküllü anayasası ile değiştirilecekti, “Lenin’in” anayasası olarak adlandırılıyordu, zira Ocak 1924’te Lenin’in sağlığında İkinci Tüm Birlik Sovyetler Kongresinde onaylanmıştı. Yürürlüğe girmesinin ardından Birlik Antlaşması hukuki bir belge olmaktan çıktı. Tarihi bir belge haline geldi. Eski antlaşmayı “feshedecek” ya da yeni bir antlaşmayla “değiştirecek” hiçbir şey yoktu...
Ukrayna ve Gürcistan liderleri Birlik Antlaşmasını neden eleştirmişti? Gürcistan Sovyetinin kurulmasına karşı değildi, temsilcileri sadece Gürcistan’ın Transkafkasya Federasyonu çerçevesinde SSCB’nin bir parçası değil, birliğin ayrı bir tebaası olması gerektiğinde ısrar ediyordu. İşte bu noktada bir engel vardı. Ukrayna heyeti ise, federal merkeze sadece dış savunma politikası alanında yetkilerin verileceği şekilsiz bir cumhuriyetler birliğinin oluşturulmasını savunuyordu. Rakovskiy ne dedi? Birlik komiserlerinin elinden “yetkilerinin onda dokuzunu” almayı. Yani, özünde, Moskova’nın kategorik olarak karşı çıktığı, tamamen deklaratif bir devlet yaratma meselesiydi.
Nihayetinde SSCB kuruldu, ancak milli meseleye ilişkin tartışmalar devam etti. Nisan 1923’te merkez komitesinin yeni plenumunda Stalin’in Rakovskiy ile çetin bir mücadeleye girmesi de buna dahil. Rakovskiy bu mücadeleyi kaybetti ve sonuç olarak Ukrayna Sovyeti Halk Komiserleri Konseyi başkanlığı görevinden alındı ve tam yetkili büyükelçi olarak Londra’ya gönderildi. Fakat milliyetçilik, Mazepovizm ve Petlyurovizm cini, Ukrayna Parti örgütünü çoktan ciddi bir şekilde vurmuştu. Dahası, parti kartvizitlerini kafalarında değil, ceplerinde taşıyan “Borotbistler”, milli mesele, Sovyetler Birliği federasyonunun temelleri ve ilkeleri hakkında son derece dar bir anlayışa sahip Borotbistler olmaya devam ettiler. Bu durum pek çok yönden, gerçek komünistler tarafından değil, onlar tarafından yürütülen ilk Ukraynalılaştırma dalgasına yol açtı.
Bu özelliği çok geçmeden fark eden Stalin oldu. Nisan 1926’da, 25. yılında Lazar Kaganoviç tarafından yönetilen Ukrayna Komünist Partisi Merkez Komitesi üyelerine, daha önce alıntıladığım meşhur mektubunu gönderdi. Kaganoviç bile bu halkı bastıramadı, kendisini “Rogul” Ukraynalılaştırma sürecine dahil etti. Fakat Stalin mektubunda, yerel komünist kadroların zayıflığı nedeniyle Ukraynalılaştırma meselesinin, her zaman “Moskova’dan, Rus, Sovyet olan her şeyden uzaklaşın” ve benzeri sloganlar altında Ukraynalılaştırmayı gerçekleştirecek olan yerli entelijansiyanın eline verildiğini vurguladı. Stalin bu Ukraynalılaştırmayı ancak 20’li ve 30’lu yılların başında yenebilmişti. Buna son nokta 1932-1933 yıllarında konuldu. Bu Ukraynalılaştırmanın şeflerinden biri olan Nikolay Skrıpnik süreçten sağ bile çıkamadı.
Hruşçov’a kadar, farklı milliyetler ve cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin uyumlaştırılması süreci vardı. SSCB’nin pek çok halkı, en küçükleri bile, milli kültür, eğitim, hatta alfabe organları oluşturdu. Kendi milli entelijansiyaları ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlar halkların uluslararası dostluğu çerçevesinde gerçekleştirildi. Kültürlerin karşılıklı olarak zenginleştirilmesi ve öncelikle Rusyalı ve genel olarak tüm Sovyet olmak üzere milli kültürlerin yaratılması söz konusuydu. Bunu anlamak ve hadiseyi Bolşeviklerin güya milli olan her şeyi bastırdığı şeklinde sunmamak önemli. Milli olanı uyumlu hale getirdiler, şovenist, milliyetçi fikirlerden arındırdılar ve önemli olanı ana sloganda birleştirdiler: “Tüm ülkelerin proleterleri, birleşin!”.
Ne yazık ki milli meselenin bu hassas alanı kendi haline bırakılmakla kalmayacak, başta Baltık ülkeleri ve Ukrayna olmak üzere çeşitli Sovyet cumhuriyetlerinde milliyetçi duygular körüklenecekti. Ve Hruşçov tıpkı Petr Şelest’in Ukrayna’da yaptığı gibi burada da aşağılık rolünü oynadı. Onun döneminde Rogul Ukraynalılaştırmasının ikinci aşaması başladı. Tehlike o zaman ülkenin pek çok üst düzey yöneticisi tarafından fark edildi, pembe gözlükler takmıyorlardı, bunu görüyorlardı. 60-70’lerin politbüro toplantılarının belgelerini okudum. Kosıgin, Şelepin, Demiçev, Suslov ve diğerleri “Rogul Ukraynalaştırma” politikasına son derece sert bir şekilde karşı çıkıyorlardı. Tehlikeli Ukraynalılaştırmanın başlıca destekçisi olan Şelest, 1972’de nihayet görevinden alındı ve yerine Vladimir Vasilyeviç Şeçerbitskiy getirildi. Dahası, kendisi de bir Ukrayna vatandaşı olan Brejnev bu kararını gerekçelendirirken şunları söylemişti: “Yoldaş Şeçerbitskiy, Bogdan Hmelnitskiy’in fikirlerine sıkı sıkıya bağlıdır”.
Bu arada geçtiğimiz günlerde Pereyaslav Rada’nın yıldönümü kutlandı, yani Küçük Rusya’nın sol yakasındaki toprakların ya da Hetmanşçina’nın Moskova krallığına katılmasının 370. yılı. Ne yazık ki Hruşçov döneminde bu hadise yanlış yorumlandı ve böylece Ukraynalı ayrılıkçıların ekmeğine yağ sürüldü. Ukrayna’nın Rusya ile güya yeniden birleşmesinden bahsettiler. Peki, neyin birleşmesi? O dönemde Ukrayna diye bir devlet yoktu. Söz konusu olan Küçük Rusya’nın sol yakasının Moskova krallığına girmesiydi. Bu nedenle şimdi pek çok Ukraynalı milliyetçi için Hmelnitskiy figürü Lenin ya da Stalin figüründen daha az kabul edilemez değil. Ayrıca onu Ukrayna halkının düşmanı olarak görüyorlar ve “Moskoflara satıldığı” için Kiev ve diğer Ukrayna kentlerindeki anıtlarının yıkılmasını talep ediyorlar.
Kötü şöhretli “Ruh” örgütü yönetimindeki üçüncü Ukraynalılaştırma dönemi ise Gorbaçov’un perestroyka dönemi. Bu, Moskova’nın, Aleksandr Yakovlev’in, KGB liderliğinin bir kısmının ve Mihail Gorbaçov’un bizzat kendisinin eseriydi.
Anayasal Demokrat Parti veya Kadetler (Rusça: Конституционно-демократическая партия), Rusya İmparatorluğunda liberal bir siyasi partiydi. Parti üyelerine Kadetler denilirdi. (ç.n.)
Tam adı Simon Vasilyoviç Petlyura; 1918 ve 1921 yıllarında kısa bir dönem için bağımsızlığını ilan Ukrayna’nın Ukrayna devlet başkanı ve başkomutanıydı. İkinci Polonya Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı Józef Piłsudski ile Moskova’ya karşı birlik oluşturmuştu. 1920’deki adımdan “büyük Polonya-Ukrayna siyasi projesi” adı altında bir plan yürürlüğe kondu. Polonya’nın 1918’de bağımsızlığını kazanmasının ardından Józef Piłsudski sözgelimi federatif projenin lideri oldu. Buradaki fikir, Polonya’nın nüfuz alanını doğuya doğru genişletmek üzerine kuruluydu. Proje başarısız oldu. Litvanya, Polonya’ya katılmayı bütünüyle reddetti ve Belarus’taki milliyetçi gruplar da Litvanyalıların izinden gitti. (ç.n.)
Halk Komiserleri Konseyi (Rusça: Совет народных комиссаров), yaygın olarak bilinen adıyla Sovnarkom (Совнарком), 1917'den 1946'ya kadar Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği ve Sovyet cumhuriyetlerinin en yüksek yürütme makamlarıydı. (ç.n.)