Sırbistan, AB’nin ekonomik ültimatomundan sağ kurtulabilecek mi?
Çevirmenin notu: Batı Sırpları köşeye sıkıştırdı; ya Kosova’nın AB’ye girmesine izin verecekler ya da toptan tecrit edilecekler. En azından Brüksel’in geçtiğimiz günlerde Belgrad’a verdiği ültimatom bu yönde. Bu şantajın nihai hedeflerinden birinin de Belgrad’ı anti-Rus kampa sürüklemek olduğuna şüphe yok. Nitekim Kosova ihtilafı da tıpkı Donbass ihtilafı gibi Moskova’yı Batı ile karşı karşıya getiren arap saçı konulardan biri. Daha önce Dünya Bankası’nda görev yapan Sırp asıllı Amerikalı ekonomist Branko Milanovic, kişisel blog sayfasında AB’nin Sırbistan’a verdiği ültimatomu ve Belgrad’ın bunu kabul etmesi ya da etmemesi halinde yaşanacakları değerlendirmiş.
Sırbistan, AB’nin ekonomik ültimatomundan sağ kurtulabilecek mi?
Branko Milanovic — 23 Ocak 2022
[Esas okurlarım Sırplar olmasına rağmen bu makaleyi İngilizce kaleme alıyorum. Ama bunu, aynı zamanda Ukrayna’daki savaş, ABD ile Çin arasındaki sorunlar, Kovid ve beneri diğer küresel krizlerle meşgul olan dünyada çok az insanın Balkanlarda ne olup bittiğini ve AB’nin buradaki oyunlarının özünü bildiği için yapıyorum.]
Sırbistan ve Kosova'ya üç gün önce verilen ve [AB delegasyonunun talebi üzerine] tam içeriği yayımlanmayan mevcut AB ültimatomu, AB ile Sırbistan [ve ayrıca AB ile Kosova] arasındaki ilişkilerde 20 yılı aşkın süredir devam eden hüsranların sonucu. Aslolan hüsrana uğramış beklentiler. AB’nin Sırbistan’a ve diğer üye olmayan ülkelere sunabileceği az şey var, zira üyelik artık herhangi bir teminatla vaat edilmiyor ve diğer tüm avantajlar da ufak. Yani AB sadece sopa verebilir. Havuç yok. Ve Sırbistan’da AB üyeliğine verilen destek şu anda üst üste yüzde 50’lerin altında…
AB bana, Belgrad’da lise okurken okulun etrafında dolaşan zorbaları anımsatıyor. Küçük yaştaki öğrencilere yanaşır ve onlara tuğla satmaya çalışırlardı. Çocuk, “Ama bana tuğlaya lazım değil” dediğinde kabadayı, “Evet biliyorum ama bu sana on dinara patlar” diye karşılık verirdi. Zavallı çocuk, reddettiğinde dayak yiyeceğini, kafasına vurulacağını, tekmeleneceğini bildiği için o on dinarı verir ve cebindeki son parayı da kaptırırdı.
Bugün AB, Sırbistan’a böyle davranıyor. Aklı normal çalışan herkes, “Senin satacak bir şeyin yok, tuğlayı da almak istemiyoruz” derdi. Fakat daha sonra AB, ültimatomları sıralamaya başlar. Ültimatomun metnini bilmiyoruz, ancak tehditlerin AB müzakerelerinin askıya alınması, [Sırbistan’ın aday üye olarak aldığı] AB yardım fonlarının kesilmesi, yeniden vize getirilmesi, Avrupalı yatırımcıların şevkini kırma, muhtemelen ek mali yaptırımlar [kısa vadeli ticari kredileri alamama şeklinde], Avrupa bankaları, EBRD ve muhtemelen Dünya Bankası ve IMF tarafından uzun vadeli borç alma yasağı ve gerçek bir ambargonun en son unsurları ve belki de, varlıklara el konulmasına kadar uzanacağını anlamak için büyük bir hayal gücü gerekmiyor. Sırbistna’da oligarklar yok ama Merkez Bankası rezervleri ve ticareti finanse etmek için yabancı bankalarda para tutan pek çok şirket var.
O zaman şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Ülke, beş ila on yıla bu türden yirmi yıl — belki daha da uzun — sürebilecek yaptırımlardan sağ çıkabilecek mi? İlk olarak bu külfetlerin, nüfusun ültimatomun kabul edilmesinin kendileri için herhangi bir ekonomik fark yaratmayacağı yüzde 99’una dayatıldığının farkına varılması gerekir. AB teklifinde yer alan ekonomik olmayan talepler nedeniyle belki de Sırp azınlıktan olan Kosova’daki nüfusun sadece yüzde 1’i, bazı haklarını kaybedebilir. Bu hakikate açıklık getirmek gerekiyor: Kabul edilmeme, halkın yüzde 99’u için gelir kaybı anlamına gelirken, yüzde 1’lik kesim açısından belki de hayali bazı kazançlar sağlıyor.
Fakat kabul edilmemenin sonucu ne olur? Ülke içinde milliyetçiliğin büyümesini daha da körükleyecektir. Milliyetçiler — sadece onlar da değil — Avrupa’nın bizi istemediğini ve bizden nefret ettiğini başından beri bildiğimizi, fakat artık bizi yok etmek istediklerinin de aşikar olduğunu söyleyecektir. Bu koşullar altında her türlü çılgın plan yapılabilir. Rusya bu çılgınlığı destekleyecektir, zira Rusya burayı çok da önemsiyor gibi görünmüyor, Batı’yı Ukrayna’dan başka bir şeyle meşgul etmek için dünyanın her yerinde olabildiğince çok sorun yaratma dürtüsüne sahip.
Dolayısıyla GSYH’nin azaldığı koşullarda bir milliyetçilik patlaması olacaktır. Yaptırımların ağırlığına da bağlı olarak kayıp, ilk yılda GSYH’nin yüzde 5 ila 10’una kadar çıkabilir. Bu kamuoyunu ikiye bölecektir. Şu anda tüm taraflar ültimatomun reddedilmesinden yana olsalar da ve Avrupa tarafından birçok kez aldatılan Avrupa taraftarı partiler, hükümetten daha sağlam görünen güçlü bir kabul aleyhinde tavır sergilemiş olsalar da muhtemelen birkaç yıl sonra kamuoyu “reddeden taraf” ile AB ile yeni müzakereleri destekleyenler arasında ciddi bir şekilde ayrışacak. Bu taraflar sayıca eşitlenir ve birbirlerini şiddetli biçimde suçlamaya başlarlarsa, bu bir iç savaşla sonuçlanabilir. Batı’nın Sırbistan’da müzakere edecek çok az dostu olması ve ülkenin NATO mensupları tarafından kuşatılmış halde olması sebebiyle NATO’nun ülkeyi resmen işgal etmesi bile göz ardı edilemez. Şu anda hem Bosna’nın hem de Kosova’nın NATO himayesinde olduğu ve Batı’nın, Karadağ ve Kuzey Makedonya hükümetlerini her an tek hamlede devirebileceği unutulmamalı. Dahası tüm bu ülkelerde ve diğer komşu ülkelerde [Romanya, Hırvatistan, Bulgaristan, Macaristan] NATO birlikleri mevcut. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi aynı ülkeler içeri dalabilir.
Peki ya ekonomi? İlk etkiler son derece negatif olabilir, Rusya’nın aksine Sırbistan’ın bazı avantajlar var. Sırbistan, Rusya’nın 24 Şubat 2022 öncesi olduğu kadar Batı’ya bağımlı değil ve Rusya’nın aksine, askeri amaçlarla teknolojik gelişmelere ayak uydurması gerekmiyor. Ancak Sırbistan, ticaretinin üçte ikisinden fazlasını Batı ile yaptığı için yaptırımların şiddetine bağlı olarak ticaret kayda değer ölçüde azalacak, bu da ihracatı ve GSYH’yi aşağı çekecektir. Aynı şekilde, çoğu AB’den gelen yabancı yatırımlar kuruyacaktır. İşsizlik yükselecek ve reel gelirler düşecek. Giderek daha fazla genç ülkeyi terk edecek. Şu an bile çok elverişsiz olan demografik yapıyla beraber kalacak olanlar çoğunlukla emeklilik yaşındaki yaşlı insanlar olacaktır. Peki bu emekli maaşlarını tahsil edecek parayı kim kazanacak?
Belki de AB’nin en sinsi biçimdeki ticari baskısı, yasaklı malları tedarik etmenin alternatif, yasa dışı yollarını beraberinde getirecek. 1992 ile 1995 yılları arasında Sırbistan ve Karadağ’a yönelik kapsamlı BM yaptırımları döneminde durum böyle olmuştu. Yeni yaptırımlar, bu tür ithalatları kontrol edecek suç örgütleri yaratacak. Kademe kademe rüşvet verip, ardından polisi ve yetkilileri hesaba almayıp hatta bazı durumlarda [daha önce olduğu gibi] onların yerini alıyorlardı. Mafya hüküm sürecek. Ayrıca halihazırda uyuşturucu ticaretinin merkezlerinden biri olan Sırbistan, satışların çoğu Batılı ülkelere gitmesi durumunda hükümetin bu ticareti kontrol etmeye dönük herhangi bir teşebbüsü olmayacağı için uyuşturucu ticareti daha da artacak. Esasında uyuşturucu ticaretinin kullanılması, Sırp hükümetinin AB’ye misillemek yaparken başvurmak zorunda kalacağı çok az araçtan biri olabilir.
Mesele ne kadar uzun sürerse Sırbistan’ın pazarlık pozisyonu da o kadar zayıflayacaktır. AB mutsuz olacak ve [içten içe] beceriksizliğinin ve olumlu herhangi bir şeye katkıda bulunma konusundaki isteksizliğinin ayırdında olacak, fakat medyayı ve anlatıları kontrol ettiği için tüm suçu “işbirliği yapmayan Sırbistan” ve “Rus ajanlarına” atacak. Ve 4-5 yıl sonra Sırbistan, müzakereye istekli olduğunu gösterecek ve izafi konumu, bugün olduğundan daha kötü olacak. Yani, beş veya daha fazla sene kaybedebilir ve bu, aynı veya daha da kötü bir anlaşma ile sonuçlanabilir.
Bir anlaşmayı kabul etmeniz, ondan hoşnut olmanız gerektiği anlamına gelmez. Daha önce Sırbistan, buna benzer üç ültimatomu reddetmişti. 1914’te, aslında Avusturya-Macaristan’ın verdiği ültimatomun 10 maddesinden 9’unu kabul ettiğinde [10’uncusu için de açıklama talep etmişti] nihayetinde Avusturyalıların saldırısına uğramıştı. 1941’de Mihver’e üyeliği iki defa toplam 72 saatliğine kabul etmiş ve ardından gelen askeri darbeden sonra fiilen reddetmişti. Karşılığında Almanya tarafından acımasızca saldırıya uğramış ve bu da Belgrad’ın ağır bombardımana maruz kalmasını, işgali, ülkenin parçalanmasını, dört yıllık savaşı ve 1 milyondan fazla can kaybını beraberinde getirmişti. Sırbistan, 1999’da Rambouillet’te NATO’nun verdiği ültimatomu üçüncü kez reddetti ve beklendiği üzere, aynısının bir başka versiyonunu kabul edene kadar üç ay boyunca bombalanmıştı. Bunlar akılda tutulması gereken hadiseler. Ve çok da hayırla yad edilecek türden değiller.