Yapay zekâ, iş kaybı ve verimlilik artışı
"Yapay zekâ teknolojisinin kitlesel işsizliğe ve eşitsizliğe yol açacak hiçbir yanı yok. Gözlerimizi toptan ayırmamalı ve kuralları yapılandırmanın bir politika tercihi olduğunu unutmamalıyız."
Dean Baker
The Center for Economic and Policy Research (CEPR)
12 Haziran 2023
Yapay zekânın kitlesel işsizliğe yol açıp açmayacağını tartışan yazıların düzenli akışını görmek gerçekten acı verici. Bu yazılar her zaman, sanki yazar ekonomi hakkında hiçbir bilgisi olmadığına dair yemin etmiş gibi kaleme alınıyor.
NYT, pazar günü yapay zekâdan kaç işin etkileneceğini tartışan bir yazıyla bize son örneği verdi. Yazının kendisinin de belirttiği gibi, “yapay zekâdan etkilenmenin” ne anlama geldiği bile net değil.
İşlerin yüzde kaçı bilgisayarlardan etkilendi? Eğer “etkilenme” ile bir şekilde değişmeyi kastediyorsak, cevap muhtemelen yüzde 100’e oldukça yakın olacaktır. Etkilenmekten kastımız ortadan kaldırılmaksa, o zaman çok daha küçük bir sayıdan bahsediyoruz demektir.
Yapay zekâyı bilgisayarlar hakkında düşündüğümüz gibi düşünmek muhtemelen başlangıç olarak iyidir. Her şeyden önce, onlarca yıl boyunca bilgisayarlar ve robotlar nedeniyle kitlesel işten çıkarmalar ve işsizlik tahminleri yapıldığını hatırlamalıyız. Bu yaşanmadı.
Esasında bilgisayarların, robotların ve diğer teknolojilerin çalışanları ne ölçüde yerinden ettiğine dair bir ölçütümüz var. Buna “verimlilik artışı” deniyor ve Çalışma Bakanlığı bize her çeyrekte bu konuda veri sağlıyor.
Verimlilik, bir işçinin bir saatte üretebileceği çıktı değerinin ölçüsüdür. Daha iyi ekipman ve yazılımlar edindikçe, işleri nasıl daha iyi yapacağımızı öğrendikçe ve işçiler daha eğitimli hale geldikçe bunun zaman içinde artmasını bekleriz.
Son iki yüzyıldır, verimlilik artışı ABD ekonomisinin ve aslında dünya genelinde normal işleyen ekonomilerin çoğunun normal bir özelliği oldu. Bu, zaman içinde yükselen yaşam standartlarının temeli. Nüfusumuzun tamamını besleyebilmemizin ve 19. yüzyılda yüzde 50’den fazla olan tarımdaki işgücünün sadece yüzde 1,0’i ile bile hala gıda ihraç edebilmemizin nedeni bu.
Asıl soru, verimliliğin hangi oranda artacağıdır. Verimlilik artışı son yıllarda oldukça yavaş seyretti. 2006’dan bu yana yıllık ortalama sadece yüzde 1,3 oranında arttı. Buna karşılık, 1947’den 1973’e kadar geçen çeyrek yüzyılda ortalama yüzde 3,0’e yakın bir artış kaydedildi.
Kitlesel işsizlik ve yaşam standartlarının düştüğü bir dönem olmaktan ziyade, o dönemdeki hızlı üretkenlik artışı yaşam standartlarında yaygın iyileşmelerle ilişkilendirildi. Sıradan işçiler ev ve araba satın alabildikleri ve çocuklarını üniversiteye gönderebildikleri için 1947’de buhran dönemi yaşam standartlarından refah içinde bir orta sınıf toplumuna geçtik.
Yapay zekânın vaatlerini de aynı şekilde düşünmeliyiz. NYT haberinin ilk paragrafı şöyle uyarıyor/vaat ediyor: “2013 yılında Oxford Üniversitesi’ndeki araştırmacılar işlerin geleceği hakkında şaşırtıcı bir rakam yayımladı: ABD’deki tüm işlerin yüzde 47’sinin ‘belirsiz bir süre içinde, belki de on ya da iki yıl içinde’ otomasyon ‘riski’ altında olduğu tahmininde bulundular.”
Bu uyarı oldukça muğlak ama diyelim ki yapay zekâyı kullanarak yirmi yıl içinde mevcut işlerin yüzde 47’sini ortadan kaldırabiliriz. Bu süre zarfında GSYH’yi sabit tutarsak, bu kabaca İkinci Dünya Savaşı sonrası patlama dönemi sırasında gördüğümüz yıllık yüzde 3,0 verimlilik artışına karşılık gelecektir. Ve tıpkı savaş sonrası patlama döneminde yüksek istihdam seviyeleri gördüğümüz gibi (1969’da işsizlik yüzde 3,0’e düşmüştü), ekonomi o çeyrek yüzyılda yaşadığımız türden hızlı bir büyümeye sahip olsaydı yüksek istihdamı sürdürebilirdik. Bu, teknoloji tarafından belirlenen bir konu değil, bir politika tercihi olacaktır.
Refah paylaşılacak mı?
Savaş sonrası patlamada verimlilik artışından elde edilen faydalar geniş ölçüde paylaşıldı. Açık olmak gerekirse, herkes çok iyi durumda değildi. Siyahlar açıkça ayrımcılığa uğruyor ve daha iyi ücretli pek çok işten neredeyse dışlanıyorlardı. Aynı durum kadınlar için de geçerliydi, zira engeller yeni yeni yıkılmaya başlamıştı. Fakat verimlilik artışından elde edilen kazanımlar, tepedeki küçük bir elitin çok ötesine geçti.
Bunun yapay zekâ ve ilgili teknolojilerde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, toplum olarak yapay zekâ etrafındaki kuralları nasıl yapılandırmayı seçtiğimize bağlı olacaktır. Bill Gates ve teknoloji sektöründeki diğerlerinin inanılmaz derecede zengin olmalarının bir nedeni, hükümetin bilgisayar yazılımları için patent ve telif hakkı koruması sağlamasıydı. Bu bir politika tercihiydi. Eğer devlet tarafından verilen bu tekeller olmasaydı, Bill Gates muhtemelen hala geçimini sağlamak için çalışıyor olurdu (Tamam, belki de şimdiye kadar Sosyal Güvenlik maaşı alıyor olurdu).
Bu tekeller bir amaca hizmet eder, inovasyon için bir teşvik sağlar, ancak şu anda olduğu kadar uzun ve güçlü olmaları gerektiği açık değil. Ayrıca, teşvik sağlamanın başka yolları da var. Örneğin hükümet, Moderna’ya Kovid aşısını geliştirmesi ve test etmesi için yaklaşık 1 milyar dolar ödediğinde yaptığı gibi, işi yapacak insanlara ödeme yapabilir. Elbette hükümet Moderna’ya aşının kontrolünü de vererek şirketin hisselerinin bir yıldan biraz fazla bir süre içinde beş Moderna milyarderi yaratmasını sağladı.
Yapay zekânın, savaş sonrası patlamada gördüğümüzle mukayese edilebilir bir şekilde yaygın refaha yol açabileceği yolları öngörmek zor değil. Diyelim ki teknolojiye erişimi kısıtlayan devlet tarafından verilmiş tekellere sahip değiliz, böylece teknoloji serbestçe kullanılabilecek.
Bu dünyada, muhtemelen bir tıp teknisyenine (klinik testler yapma ve veri girme konusunda eğitimli biri) gidebilirim, o da çeşitli test sonuçlarını bir yapay zekâ sistemine girebilir ve bana kalp sorunum, böbrek sorunum veya başka bir şeyim olup olmadığını söyleyebilir. Yüksek maaşlı bir doktora gitmek yerine, sağlık ihtiyaçlarımın çoğunu bu teknoloji ve bir doktorun üçte birinden daha az maaş alabilen makul ücretli bir tıp uzmanı ile karşılayabilirim.
Hukuki yardım konusunda da benzer bir durum söz konusu olabilir. Elbette, vasiyetname hazırlamak ve hatta boşanmayı düzenlemek gibi standart hukuki süreçleri yapay zekâ muhtemelen yerine getirebilir. Daha karmaşık davalarda bile yapay zekâ muhtemelen bir avukatın sıfırdan çalışması durumunda harcayacağı sürenin çok altında bir sürede değerlendirip düzenleyebileceği bir özet hazırlayabilir.
İnsanlar yapay zekânın hata yaptığına dikkat çektiler. Yapay zekâ sistemlerinin doğru olmayan gerçekleri uydurduğunu ya da var olmayan kaynaklara atıfta bulunduğunu duyduğumuz pek çok örnek oldu. Bu gerçek bir sorun, ancak muhtemelen uzak olmayan bir gelecekte büyük ölçüde düzeltilecek bir sorun. Yapay zekâ sistemlerinin hiçbir zaman mükemmel olacağını düşünmemeliyiz am teknoloji daha da geliştirildikçe yaptıkları hataların sayısı kesinlikle azalacaktır.
Buna ek olarak, insanların da hata yapabileceğini unutmamak önemli. Aramızda, bir doktorun kendi hastalığımızı veya yakın bir aile üyemizi teşhis veya tedavi ederken yaptığı ciddi bir hatayı hatırlamayan çok az insan var. Hataların olmadığı bir dünya mevcut değil ve bu, karşılaştırmanın temeli olamaz. Yapay zekânın en az yerini aldığı çalışanlar kadar iyi olmasına ihtiyacımız var ama bu mükemmel anlamına gelmiyor.
Yapay zekâ ve gelir dağılımı
Ekonomimizi son kırk yılda öyle yapılandırdık ki, bu dönemdeki verimlilik artışından elde edilen kazançların çoğu en tepedekilere gitti. Sıklıkla iddia edilenin aksine, kazançların çoğu aslında şirket karlarına gitmedi, CEO’lar ve diğer üst düzey yöneticiler, Wall Street’teki elemanlar, yüksek ücretli teknoloji çalışanları, doktorlar, avukatlar ve diğer yüksek ücretli profesyoneller gibi ücret merdiveninin tepesindeki çalışanlara gitti. Bu işçiler siyasi güçlerini ekonominin kurallarının kendilerine fayda sağlayacak şekilde tasarlanmasını sağlamak için kullandılar.
Yapay zekâ çağında bunun devam edip etmeyeceği, bu grupların daha az yüksek ücretli çalışanlara göre gücüne bağlı olacaktır. Sadece bariz bir örnek vermek gerekirse, doktorlar siyasi güçlerini, daha az eğitimli tıp uzmanlarının yapay zekâya dayalı teşhisler koymasını ve tedaviler önermesini engelleyen lisans kısıtlamalarına sahip olmak için kullanabilirler.
Eğer bu çok zorlama görünüyorsa, halihazırda çok iyi eğitimli yabancı doktorların bile ABD’de çalışmasını zorlaştıran yasalarımız var. “Serbest ticaret” çığlığı, imalat işçilerini uluslararası rekabete maruz bırakmak ve böylece ücretlerini düşürmek için kullanılırken, doktorlar ve diğer yüksek ücretli profesyoneller söz konusu olduğunda neredeyse hiç gündeme gelmedi.
Her neyse, yapay zekâ ile ilgili benzer bir hikâye görebiliriz; yüksek maaşlı profesyoneller, yapay zekânın kullanımını sınırlamak ve gelirlerini düşürmemesini sağlamak için siyasi güçlerini kullanırlar. Bu aynı zamanda teknolojinin mülkiyetiyle ilgili bir sorun. Yapay zekâda güçlü patent/telif hakkı tekellerine izin vermezsek ve gizlilik sözleşmelerinin uygulanmasını zorlaştırırsak, teknolojinin daha yaygın ve ucuz olmasını sağlayabiliriz. Bu, kazanımların geniş çapta paylaşıldığı ve nispeten küçük bir grup Bill Gates tipine gitmediği anlamına gelecektir.
Küçük bir grubun yüksek gelirlerinin diğer herkesin gelirlerini nasıl düşürdüğünü anlamak da önemli. Çoğumuz kendi sağlık hizmetlerimiz için doğrudan ödeme yapmıyoruz. Bir işveren ya da devlet tarafından sağlanan bir sigortamız var. Fakat sigortacılar hayır kurumu değildir (Bunu zaten biliyordunuz.)
Sigortacılar doktorlara çok fazla para ödemek zorunda kalırsa, bu da işverenlerimizin daha yüksek primler ödemesi anlamına gelecek ve bu primleri maaş çeklerimizden kesmeye çalışacaklardır. Alternatif olarak, eğer faturayı devlet ödüyorsa, çocuk vergi kredileri, kreş ve diğer iyi şeyler için ödenecek daha az para olacaktır.
Ayrıca, avukatlar, doktorlar, teknoloji çalışanları ve yapay zekâdan yararlanacak diğer kişiler yüksek gelir elde ettiklerinde, daha büyük veya daha fazla ev satın alırlar. Bu da diğer herkes için konut maliyetini yükseltiyor. Daha fazla konut inşa edebiliriz ve etmeliyiz ama nüfusun küçük bir kesimi herkesten çok daha fazla paraya sahip olduğunda, konutları sıradan işçiler için uygun fiyatlı tutmak zordur.
Yani burada anlatılmak istenen çok açık. En tepedekilerin ücretlerini düşük tutmak bir kıskançlık meselesi değil. Kuralları yenilikçi ve üretken olma güdüsünü ortadan kaldıracak şekilde yapılandırmadığımız sürece, en tepedekilere ne kadar çok para giderse, diğer herkes için o kadar az para kalır.
Yapay zekâdan değil zenginlerden korkun
Kıssadan hisse, yapay zekâ teknolojisinin kitlesel işsizliğe ve eşitsizliğe yol açacak hiçbir yanı yok. Eğer bu sonuçlar ortaya çıkarsa, bu teknolojinin kendisinin değil, kuralları nasıl yapılandırdığımızın bir sonucu olacaktır. Gözlerimizi toptan ayırmamalı ve kuralları yapılandırmanın bir politika tercihi olduğunu unutmamalıyız.
Ve bir husus daha; kuralları tüm para en tepeye gidecek şekilde yapılandırmak isteyenler, sorunun teknoloji olduğunu söylemek isteyeceklerdir. Onlar için geri kalanımıza kendilerinin zengin olduğunu ve diğer herkesin teknoloji yüzünden zengin olmadığını söylemek, piyasaya fesat karıştırdıklarını söylemekten çok daha kolaydır. Bunu her zaman aklınızda tutun.