Covid hakkında son yazım
Biyolojik savaşın Antik çağdan beri bilinen meşhur bir problemi vardır: nereyi vuracağını kontrol etmek zor. Düşmana saldığın veba virüsü dönüp senin nüfusunu da kırabilir.
Covid ilk ortaya çıktığında tesadüfen Kanada’daydım. (Hatırlayın, Çin’den sonra ilk Kanada’da patlak vermişti.) Toplumsal isterinin nasıl imal edildiğini yakından izleme fırsatı buldum.
Sonraki üç yıl boyunca bulabildiğim her ciddi veya ciddimsi makaleyi okumaya özen gösterdim. Tıp dergilerinde çıkanlara da baktım. (Tıp eğitimim yok; istatistik ve epidemiyoloji de çok bilmem, ama okuduğumun özünü anlayacak kadar okuryazarlığım var. Ayrıca her okuduğumu “nerede yanılıyor? hangi boşluğu jargonla örtmeye çalışıyor? mantık köprüleri nerede zayıf?” diye sorgulama alışkanlığım da var çok şükür.) mRNA aşısının ilk tanıtıldığı meşhur 42 imzalı makaleyi okuyup, ilk başta aşıya çok inanan tabip bir dostumla birkaç ay arayla iki kez uzun uzadıya tartışma imkanı buldum. Özellikle İngiltere’de çıkarılan kanun ve yönetmelikleri özetlerden değil asıl metinlerinden okumaya gayret ettim. Çin’de Wuhan Enstitüsü çevresinde çıkan tartışmaları özellikle izledim. İlginç bir şekilde, Hindistan’da Batı dünyasından daha aydınlatıcı ve akılcı makalelerin çıktığını gözlemledim.
Covid günlerinde Yunanistan’daydım. Fakat Mısır, Rusya, Gürcistan ve Ermenistan’ı da gezerek o ülkelerin deneyimi hakkında epey bilgi edindim. Özellikle Covid’den zerrece etkilenmemiş görünen Mısır’da çok şey öğrendim.
Tanıdığım insanların çoğu Covid geçirdi. Ben sakınmak için hiç çaba göstermediğim halde yakalanmadım. Fakat eşim, çocuklarımın ikisi, İra’nın iki oğlu ve yakınımızdaki birçok kişi Covid oldular. Dolayısıyla teorik donanımım yanında ampirik deneyimim de fena sayılmaz. Gözlemlediğim kadarıyla ilk dalgadakiler ağır bir grip gibi yaşadılar; sonrakiler ciddiye alınacak bir şey değildi.
Bu yılın başından beri ilgim azaldı tabii. Gene de ilginç bir şey çıktıkça okumaya devam ediyorum. (Covid günlerinde abone olduğum email kaynakları sağolsun beni unutmuyor; sil sil fayda etmiyor.) Türkiye’de konuşulup yazılanları pek izlemiyorum; gözüme çarpanlar oldukça hakim bilgisizliğin seviyesi, polemiklerin ilkelliği beni gerçekten hayrete düşürüyor.
Vardığım sonuçları burada kısaca özetlemek istiyorum. Maksadım kimseyi ikna etmek değil, o yüzden kaynak maynak da göstermeyeceğim. İnanmazsanız sizin bileceğiniz şey. Az çok dünyadan haberdar, epeyce siyasi tarih, biraz bürokrasi sosyolojisi, bir miktar da hukuk felsefesi bilen bir adamın samimi kanaati buymuş deyip okur geçersiniz.
1. Kendi öncelikleri çerçevesinde son derece başarılı bir operasyondu. En az 20 yıldan beri özenle hazırlanmış, tüm operasyonel detayları düşünülmüş ve ustaca uygulanmış bir prodüksiyondu. Tüm dünyada demesek bile yüze yakın ülkede bu derece kapsamlı bir organizasyonu yürütmek şapka çıkarılacak bir ustalıktır. Takdir ediyoruz.
Arada yan zayiat (collateral damage) olarak yüz milyonlarca insanın hayatı kaydı, eğitim sistemi çökertildi, ekonomi ağır hasar aldı, tıbba ve genel olarak bilime olan güven sarsıldı, Batı dünyası muhtemelen kolay kolay altından kalkamayacağı bir meşruiyet krizine girdi. Fakat bunların hiç biri operasyonun başarısızlığını göstermez. Çünkü bürokratı bunlar ilgilendirmez, kendisine verilen görev ilgilendirir. Gerisi başkasının sorumluluğudur. Onlar düşünsün.
2. Tüm büyük devletlerin biyolojik savaş kuruluşları vardır. Çin ve Rusya’nın da mutlaka vardır, fakat teknolojik öncülük ve kapasite açılarından hiç biri ABD ile kıyaslanamaz.
Biyolojik savaşın Antik çağdan beri bilinen meşhur bir problemi vardır: nereyi vuracağını kontrol etmek zor. Düşmana saldığın veba virüsü dönüp senin nüfusunu da kırabilir. Bunu önlemek için, a) antidotu peşin hazırlaman, b) düşmandan saklaman, c) çok kısa zamanda bebekler dahil bütün nüfusu aşılamanı sağlayacak lojistik, psikolojik, hukuki, örgütsel altyapıyı kurman, d) korunma tedbirlerine halkın kusursuz itaat etmesini sağlaman gerekir. Yani: Biyolojik savaş her şeyden önce bir kitle kontrolü sorunudur.
3. ABD’nin en az 1980’lerden beri coronavirüsler üzerinde genetik mühendislik çalışmaları yaptığını biliyoruz. Gain of Function Research adı altında yürütülen çalışmanın amacı coronavirüsleri bir biyolojik savaş ajanına dönüştürmektir. 2017’de çeşitli akademik kuruluşların karşı çıkması üzerine ABD Kongresi ülke içinde GoF çalışmalarını geçici olarak askıya almış, bunun üzerine programlar başta Wuhan Enstitüsü olmak üzere ülke dışı tesislere taşınmıştır.
GoF araştırmalarının koordinasyonu ve finansmanı NIAID adı verilen kamu kuruluşu tarafından sağlanmaktadır. NIAID bütçesi 1984’te Anthony Fauci’nin direktör atanmasından sonra dehşetli bir hızla artarak yıllık 6.5 milyar dolara ulaşmıştır. 2008’de Fauci’ye “ABD’nin güvenliğine ve ulusal çıkarlarına bilhassa önemli katkıda bulunan” kişilere verilen Presidential Medal of Freedom verilmiştir. Yaklaşık o tarihten itibaren Fauci yılda 480.000 doları bulan maaşıyla ABD federal bürokrasisinde en yüksek maaşı alan kişi konumuna yükselmiştir. 2020’de fiilen ve hukuken Başkanı aşan yetkilerle ‘Beyaz Saray Covid Koordinatörü’ atanmıştır.
Bunlardan NIAID veya direktörünün kötü insanlar oldukları ya da bu ödülleri hak etmedikleri sonucu çıkmaz. Ancak a) ABD yönetiminin NIAID bünyesinde yürütülen çalışmalara büyük önem verdiği, hatta onları gerekirse ABD anayasasını baypas edecek derecede hayati bir mesele olarak gördüğü sonucu çıkar. YA DA, daha gerçekçi bir tahlille, b) bu projeyi sahiplenen kadroların bir şekilde aşırı güçlenerek ülke yönetiminde etkili olmayı başardığı sonucu çıkar.
4. Covid-19 salgını kasıtlı olarak çıkarıldı. En az birkaç yıl önceden tüm detaylarıyla tasarlandı. Psikolojik zemin hazırlandı, kitle bilgilendirme araçları kontrol altına alındı, aşının dağıtım kanalları hazırlandı, uluslararası koordinasyon (en azından ‘Batı’ adı verilen ülkeler arasında) sağlandı. En pahalı Hollywood prodüksiyonunu çocuk oyuncağı derekesine düşüren bir organizasyon kapasitesi sergilendi.
‘Doğal’ bir afete karşı da böyle bir hazırlık mümkündü diyenler iki soruya cevap vermelidir: 1) 1348 vebasından sonra 700 yıl boyunca büyük bütçeli bir hazırlığa gerek görmeyen insanlığın, 2010’lu yıllarda birden fikir değiştirmesinin sebebi nedir? 2) Yeni salgının vebayla hatta İspanyol gribiyle kıyaslanmayacak kadar zararsız olduğu birkaç gün içinde anlaşıldığı halde dev bütçeli senaryoda ısrar edilmesinin mantıklı bir açıklaması var mıdır?
5. Hayır, şeytani bir kötülükten söz etmiyorum. Planlayıcılarının bakış açısından, yapılan iş pekala faydalı ve ahlaken doğru bir girişim olarak görülebilir. Şeytan olmadıklarını varsaydığımız insanlar, ilk günden itibaren başarılı organizasyondan ötürü birbirlerini tebrik ettiler ve hala etmeye devam ediyorlar. Çünkü amaç insanları öldürmek (ya da aşı firmalarına para kazandırmak) değildi. İleride çıkabilecek çok daha ölümcül bir biyolojik savaş ajanına karşı hazırlamaktı. Klasik aşı mantığı: zayıf bir patojen verip bünyeyi asıl riske karşı sigortalama. Yalnız bu sefer ‘bünye’den kasıt birey değil, sosyal organizma.
Salınan virüs nispeten zararsız bir virüstü. Korku uyandıracak kadar tehlikeli, fakat ciddi bir demografik etkisi olmayacak kadar zayıftı. Genç ve orta yaşlılarda ölüm veya kalıcı hasar riski sıfır dolayındaydı. Muazzam bir medya kampanyasıyla, normal koşullarda insanların pek fark etmeyeceği bir salgının gerçek bir veba ile aynı psikolojik, örgütsel, siyasi etkiyi yaratması sağlandı. (İlk versiyon her şeye rağmen biraz kaygı verici sonuçlar doğurunca, daha da zayıflatılmış delta ve omikron versiyonları sahaya sürüldü. Çünkü arzu edilen psikolojik ortam yaratılmıştı ve toplumun büyük bölümü hafif nezle ayarında bir hastalıktan paniğe kapılacak kıvama getirilmişti.)
6. Ölüm sayıları sistemli ve bilinçli bir şekilde abartıldı. Bunun en önemli kanıtı, Covid propagandasına önem veren ülkelerde (ABD, Britanya, Kanada vb.) yayınlanan ölüm sayılarının, konuyu pek umursamayan, yoğun nüfuslu, düşük hijyen standartlarına sahip ülkelere oranla çok yüksek olmasıdır.
Her şeyden önce herhangi bir nedenle hastanede ölen insanlara, güvenilirliği şüpheli testlerle Covid tanısı kondu. Bu uygulama hastanelere ve hasta yakınlarına yönelik finansal teşviklerle desteklendi. Hastalığın ilk aylarında entübasyon ve remdesivir gibi yanlış tedavilerle ölüm sayısı artırıldı. Yaşlı hastalarda Covid’den ortalama ölüm yaşı o yaştaki nüfusun normal yaşam beklentisinden hemen hemen farksız olduğu halde bir korku hikayesi olarak servis edildi.
Sebebi akılsızlık değildi. Biyolojik savaş provasıydı. Arada rasyonel düşünce, medikal ahlak katledildi. Fakat bunun ödemeye değer bir bedel olduğunu düşündüler.
7. Maskeleme, sosyal mesafe, seyahat yasağı, okulların kapatılması gibi hiçbir tıbbi ve mantıki dayanağı olmayan tedbirler de keza korku salma ve toplumsal itaati sağlama amacına yönelikti. Bu açıdan değerlendirildiklerinde pekala rasyonel oldukları anlaşılır.
Buradaki ‘rasyonel’ tabirine dikkat çekmek istiyorum. Bürokratik mantığın rasyonellik kriteri nettir: bir hedef var, o hedefe ulaştıran yöntemler var, biri öbürüne uygunsa rasyoneldir. Bitti. Daha geniş perspektiften kolayca görülen insani, ahlaki, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi zararlar bürokratik mantığı ilgilendirmez. Bürokratın görev tanımı içinde değildir. Daha vahimi, gitgide artan oranda, onun eğitsel donanımına da dahil değildir. Böyle şeyleri kavrayacak ve önemseyecek insan yetiştirmiyor artık üniversiteler.
8. Hastalık çok ciddi olmadığına göre aşının da çok ciddi olduğunu düşünmüyorum. Muhtemelen mRNA teknolojisini denemek için iyi bir fırsat olarak değerlendirildi; medikal kadrolar bu vaatle seferber edildi. Fakat asıl amaç bu değildi. Tüm toplumu devlet emriyle kısa zamanda aşılanmaya razı etme tatbikatı yapıldı. mRNA yerine tuzlu su da verilse bu amaç elde edilebilirdi. Nitekim aşının hazırlanması ve uygulanması büyük gizlilik içinde gerçekleştirildiği için, gerçekte kaç kişiye tuzlu su verildiğini bilmiyoruz. Son dönemde ortaya çıkan verilerden, şaşılacak kadar çok plasebo uygulandığı anlaşılıyor. Maksat gerçekten ölümcül bir hastalıktan korunma ise, kim o kadar insana plasebo vermeye cesaret edebilir?
9. Aşı kamu finansmanıyla ve kamu koordinasyonuyla hazırlandı. Çok büyük bütçeler tahsis edildi. Peki aşı ciddi değilse neden o kadar para harcandı? Sanırım asıl çalışma konusu bu uyduruk aşı değil, olası gerçek biyolojik savaş ajanına karşı hazırlanan aşı veya aşılar olmalı. O nedenle aşının herkese uygulanması önemliydi ve bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınılmadı.
10. Kamu finansmanıyla yaratılan ve olabilecek en aşikar düzeyde kamu yararına hizmet ettiği kabul edilen bir aşının uygulaması neden kâr amaçlı özel firmalara terk edildi? Maksat insanlığı kurtarmak ise neden kamu otoritesince seçilmiş üç veya dört firma bundan birkaç milyar dolar kâr etsin?
Hayır, yatırım yaptılar, risk aldılar, onun bedeli tezi geçerli değil. Yatırımı baştan sona kamu yaptı. Araştırma-geliştirme fonlarını kamu tahsis etti. Pazarlamayı tamamen kamu üstlendi. Devlet propagandası ve devlet dayatması olmadan bu aşı sizce kaç satardı?
İki açıklama geliyor aklıma:
a) İşlerin kötü gitmesi ihtimaline karşı sorumluluğu firmalara attılar. Firmalar baştan bu işe kuşkuyla yaklaştı. Olağanüstü hukuki garantiler talep ettiler. Şu kadar da pay isteriz dediler.
b) Ekonomik yolsuzluğun çığırından çıktığı bir dünyada bu kriz bazı firmalara – ve onlar aracılığıyla bazı kamu görevlilerine – birkaç milyar dolar aktarmak için güzel bir fırsat olarak değerlendirildi.
11. Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin pazarlama ikonu olarak seçilmesi bana ilk günden beri tuhaf geliyor. Bu insanlar ikondur, devasa bir organizasyonun halka gösterilen tanıtım yüzüdür, kapak güzelidir. Peki madem insanlığı kurtaran kahraman lazımdı neden yakışıklı, boylu poslu bir Batılı figüran bulmadılar? Neden görünüm özürlü iki Türk? Yarın aşı rüzgarı dönerse kabahat onlara mı yıkılacak?
Mamafih bu dediğimden çok emin değilim. Sadece bir sezgi.
12. Rusya ve Çin’in aşı yarışında ön alması akıllı bir hamleydi. Ne idüğü belirsiz Amerikan/Alman/İngiliz aşısının kendi piyasalarını istila etmesini başka türlü önleyemezlerdi. İçeriği muhtemelen tuzlu suydu. Ya da Ruslar da kendi mRNA deneylerini uyguladılar. Bilemeyiz.
13. Aşı ‘Covid’in çaresi’ olarak pazarlandı. ‘%95 etkili’ olduğu adeta ilkokul çocuklarına ezberletilircesine binlerce kez tekrarlandı. Kimsenin aklına ‘%95 etkili ne demek?’ ve ‘Nasıl bildiler?’ sorularının gelmemesi sağlandı. Sonuç koca bir fiyaskoydu. Teorik olarak çok etkileyici bir öyküsü olan aşının pratikte ne transmisyona (yani hastalık kapmaya) ne re-transmisyona (üçüncü kişilere bulaştırmaya) zerre faydası olmadığı görüldü. Bunun üzerine apar topar öykü değiştirilerek bulaşmayı önlemediği ama enfeksiyonu hafiflettiği söylendi. Bunu söyleyenlerin inandırıcılığı bir yana, zaten üçüncü kuşakta uyduruk bir nezleye dönüşmüş olan hastalığı ‘hafifletmenin’ neye yaradığı asla açıklanmadı.
Bu sonuç öngörülmüş müydü? Sanmıyorum. Muhtemelen salgının hızla sönümleneceği ve sonucun kolayca aşıya hamledileceği, dolayısıyla aşı gerçekte işe yarasın yaramasın baş tacı edileceği öngörülmüştü. Sonuç tahmin edildiği gibi olmadı. 2021 sonbaharına doğru aşının fos çıkmasıyla Covid deneyinin topyekün çökmesi ihtimali belirdi. Fakat o noktada mücadeleyi bırakıp yenilgiyi kabul etmeleri düşünülemezdi. Ne yaptılar? a) Aşının etkinliğinin kamuoyunda ve tıp camiasında tartışılmasını yasakladılar. b) Başta iki doz olarak lanse edilmişken, üç veya daha fazla, hatta gerekirse sonsuza dek tekrarlanacağını bildirdiler. c) Tehdidin dozunu artırdılar; aşı işe yarasın yaramasın devlet zoruyla uygulanacağını, hatta ebeveyn rızası olmadan çocuklara verileceğini, boyun eğmekten başka çare olmadığını ilan ettiler. Çünkü asli maksat mRNA aşılarının etkinliğini test etmek değildi; kitlesel aşılama deneyinin başarısını test etmekti. Bunda %80’i aşan oranlarda başarılı oldular.
14. Aşının yan etkileri meselesini uzun zaman ciddiye almadım. Hala da, tıbbi anlamda, çok ciddi olduğunu düşünmüyorum. Bir miktar miyokardite sebep olduğuna dair inandırıcı görünen iddialar var; fakat sayılar alarm verici boyutlarda değil. Ben ve eşim ikişer aşı yaptırdık, Allaha şükür turp gibiyiz. (İra ikinci aşıdan beş ay sonra Covid’e yakalandı.)
Fakat asıl mesele kaç kişinin yan etki gördüğü ya da ne kadar ağır etkilendiği değil sanırım. Bir tek vakada bile mahkeme kusura ikna edilebilirse kopacak kıyametin boyutlarını düşünmek lazım. İşin ucu ilaç firmalarının çökertilmesine kadar gidebilir. O bir şey değil, devletlerin özene bezene tasarlayıp uyguladığı biyolojik savaş projesinin, bunca başarılı performanstan sonra hala fiyaskoya dönmesi ihtimali doğar. O yüzden olumsuz yan etkilerin ısrarla gündeme getirilmesinde fayda vardır.
15. Covid projesinin pek üzerinde durulmayan bir başarısına da değinelim.
Biyolojik savaşın bir sakıncası demografik rastgelelik (yani dönüp yanlış grupları vurması) ise, bir başka sakıncası kronolojik rastgeleliktir (yani bir kez başlatınca durdurulamaması). Oysa üç yılda üç versiyondan sonra bugün Covid salgını tamamen sönmüş görünüyor. Yani virüsün endemik hale gelmesi, eskinin vebası ve kolerası gibi yıllar boyunca kontrolsüz bir şekilde oradan oraya dolaşması ihtimali gerçekleşmedi. Eğer Covid tahmin ettiğimiz gibi yapay bir virüs ise bu bir başarıdır. Demek ki kısa zamanda işini görüp yok olacak bir virüs elde etmişlerdir.
Selamlar Sevan bey-
Size nasıl ulaşabileceğimi bilemediğim için buradan yazıyorum.
Konu malumunuz Ukrayna Savaşı. Dünyada ve ülkemizde bütün medya suskun suskun duruma bakıyor veya aslında bakmıyorlar. Hızla III. Dünya Savaşına doğru ilerliyor çekişme. Ve bunun tek sorumlusu ABD ve Nato olduğu için kimse bir şey konuşmuyor. Dünya Solundan da bir ses duymuyoruz. Sizi takip eden yaklaşık 40 bin kişi var. Sizin konudaki duyarlılığınızı biliyorum, fakat cephedeki savaş her an yeni bir evreye evrildiği için ve son durum hiç iç açıcı olmadığı için insanları aydınlatmanızı rica edecektim efendim. Medea Benjamin ve John Measheimer gibi araştırmacılar ve akademisyenlerin son yazıları veya demeçleri çok endişe verici.
Saygılar-
Hamid
Selamlar Sevan bey
İlgiyle okudum yazınızı.
Yazınızın bir yerinde Mısır’ı ucuz atlatan bir ülke olarak gösterdiniz. Bir araştırmacı hekim olarak şunu söylemek istedim: Kendi coğrafyamızda Hindistan, Pakistan ve Afganistan’ı da ekleyebilirdik.
Ölümlerin çoğu ABD, ve Avrupa ülkelerinde meydana geldi.
Bunun en önemli nedeni söz konusu ülkelerde insanların ekseriyeti hayvansal protein ile beslenmeleridir. Ölümün az gerçekleştiği ülkelerde ise etin, peynirin insanların diyetlerinde çok önemli bir yere sahip olmadığı yerler.
Ayrıca özellikle Kuzey Amerika’da -istatistikleri tutulduğu için- biliyoruz ki, o bölgede de bitkisel diyeti benimseyenler Covid-19’u basit bir grip gibi atlattılar.
Saygılar-
Hamid